1. Süâl: Takvîmler ve Ramazan imsâkiyeleri neden farklıdır, niye hepsi aynı değil?

CEVÂB:

1983 senesinden evvel, bütün Takvîmlerde, nemâz vakitleri hep aynı idi. Fakat 1983 senesinde, re’sen nemâz ve oruc vakitleri değiştirilmişdir. 1982 ve evvelindeki takvîmlerden hangisine bakılırsa bakılsın, bütün takvîmlerde doğru imsâk ve nemâz vakitleri verilirken,  ilk defa 1983 yılından başlamak üzere, doğru vakitlere âid  hesâb usûl ve kâideleri terk edilmiştir.

Takvîmler arasındaki farklılıkların sebebi ikidir:

Birincisi :

     İlmî, astronomik zarûretine binâen, vakitlerin hesâbına mutlaka dâhil edilmesi îcâb eden, Temkin müddetinin, imsâk ve yatsı vakitlerinden temâmen kaldırılması, öğle ve ikindi vakitlerinde de azaltılarak kullanılmasıdır.

Temkin Müddeti” hakkında teferruatlı malûmat için buraya tıklayınız.

İkincisi :
   
   İmsâk vakti hesâblarında, güneşin ufkun altındaki yükseklik derecesi olan irtifâ’ının  (-19) dereceden, (-18) dereceye getirilerek güneşin ufka yaklaştırılmasıdır.

Bu hususla alâkalı malûmat için buraya tıklayınız.

Aşağıdaki açıklamalar, Türkiye gibi senenin her günü, her vaktin teşekkül ettiği yerlerle alâkalıdır.

1982 senesi dahil, Türkiye'de temkin zemânını kimse değiştirmemiş, bütün âlimler, velîler, şeyhülislâmlar, müftîler, bütün Müslimânlar asırlar boyunca nemâzlarını bu şer’î vakitlerinde kılmışlar ve oruclarına bu şer’î vakitlerinde başlamışlardır. Şimdi de her Müslimânın bu icmâ-i müslimîn'den ayrılmaması lâzımdır.

Din işlerinde İslâm âlimlerinin ve islâm astronomi mütehassıslarının tasdik ettiği oruc ve nemâz vakitlerini kullanmalıdır.

Tasdîk edilen bu vakitler için, 1926 senesindeki Takvîm-i Ziyâ'da diyor ki: "İşbu takvîm, Diyânet İşleri Riyâset-i Hey’et-i Müşâveresi tarafından tedkîk edilip, riyâset-i celîlenin tasdîki ile tab' edilmişdir.”

Oruc ve nemâz vakitlerini, Osmânlı âlimlerinin en yüksek makamı olan (Meşîhat-ı İslâmiyye)nin hâzırladığı 1334 [m.1916] senesinin (İlmiyye Sâlnâmesi) ismindeki takvîmden ve İstanbul Üniversitesi Kandilli Rasathânesi'nin 1958 târîh ve 14 sayılı (Türkiye'ye Mahsûs Evkât-ı Şer’iyye) kitâbından alıp yayınlayan doğru takvîmlere uymalıdır.

 1982 ve dahâ önceki yıllarda, takvîmlerde bildirilen imsâk vakitleri için uygulanan ve (-19) derece olan güneşin ufkun altındaki yükseklik açısı, 1983 senesinden itibâren, bazı takvîmlerde, islâm âlimleri ve islâm astronomi mütehassıslarının ittifakla bildirdikleri, beyâzlığın doğudaki ufuk hattında bir nokta hâlinde görülmesi şeklinde değil de,  Avrupalıların beyâzlığın ufukda yayılması şeklinde bildirdikleri fecr vaktine âid olan irtifâ’ (-18) derece alınmışdır. Bunun netîcesinde, hem Güneşin ufkun altındaki yüksekliğini, (-18) derece almakla ve hem de temkin müddetini de kaldırmakla, imsâk vaktinde yaklaşık olarak (Türkiye gibi arz derecesi 36-42 derece arasında kalan yerlerde) 15-20 dakîkaya varan farklar ortaya çıkmıştır. Yani, oruca Türkiyede gerçek imsâk vaktinden,  takrîben 15-20 dakîka sonra başlanmakta,15-20 dakîka dahâ yeme ve içmeye devâm edilmekte ve tutulan oruclar da fâsid olmaktadır. Böyle vakitlere uyularak tutulan oruclar fâsid olduğundan, kazâ edilmeleri lâzımdır.
      
İslâm astronomi âlimi Ahmed Ziyâ Bey (Vefâtı hicrî 1355) , imsâk hakkında (Rub-ı dâirenin sûret-i isti’mâli) kitâbında diyor ki:  (Avrupalılar fecr-i sâdıkın başlaması olarak, ufuk üzerinde beyâzlığın temâmen yayıldığı vakti hesâb ediyorlar. Bunun için, fecr hesâblarında, güneşin irtifâ’ını –18 derece alıyorlar. Biz ise, ufuk üzerinde beyâzlığın ilk görüldüğü vakti hesâb ediyoruz. Bunun için de şemsin (Güneşin) irtifâ’ının, -19 derece olduğu vakti buluyoruz. Çünkü islâm âlimleri, imsâk vaktinin, beyâzlığın ufk-ı zâhirî üzerinde yayıldığı vakit değil, BEYÂZLIĞIN UFUK ÜZERİNDE İLK GÖRÜLDÜĞÜ VAKİT olduğunu bildirdiler.)

Yani güneş ufk-ı zâhirî (görünen ufuk) hattına 19 derece yaklaşınca, imsâk vakti başlar. Fetvâ böyledir. Müctehid olmıyanların, bu fetvâyı değişdirmeye hakları yoktur. Fetvâya uymıyan ibâdetler, sahîh olmaz

İslâm âlimleri asrlardan beri, fecr irtifâ’ının -19 derece olduğunu anlamışlar, diğer rakamların doğru olmadığını bildirmişlerdir. Avrupalılar, beyâzlığın yayılmasına fecr diyor. Bu fecrin irtifâ’ı -18 derecedir diyorlar. Müslimânların, din işlerinde, hıristiyanlara ve mezhebsizlere değil, islâm âlimlerine uyması lâzımdır.

Yanlış vakit bildiren takvîmlerde ve sitelerinde, sâdece temkin farkı değil, imsâk vakitlerinin hesâbında güneşin ufkun altındaki açısı da, yukarıda bildirildiği gibi, müstenidattan temâmen yoksun olarak, (-19) dereceden (-18) dereceye çevrilerek, güneş ufka doğru yaklaştırılmıştır.

Zâten İstanbul Üniversitesi Kandilli Rasadhânesinin, 08.07.1992 târîh ve 1354 sayılı yazısı ile imsâk ve yatsı vakitlerinde güneşin ufkun altındaki derecelerinin ve temkin müddetinin, 1400 seneden beri uygulanageldiği, yani, Yatsı (Şafak) için ufkun altında  (-17) derece, İmsâk (Fecr) için ise, (-19) derece şeklinde olması ve temkin müddeti ile ilgili olarak da, Yapılan hesâblara göre bu miktar (temkin) belli bir rasad yeri için muhtelif târîhlerde  8-10 dakîka arasında olmakdadır. Bu bakımdan genel olarak temkin miktarının 10 dakîka alınması ve bunun öğleden önceki vakitlerden çıkartılması, öğleden sonraki vakitlere ise eklenmesi gelenek hâlini almıştır.” diye bildirilerek teyit edilmiştir.

İslâm astronomi mütehassısı olan Ahmed Ziyâ beyin, Mîlâdî 1926, Kamerî 1344 ve Şemsî 1305 târîhli (Takvîm-i Ziyâ) cep takvîminin ilk ve son sahîfelerinde, (Diyânet işleri riyâseti he’yet-i müşâveresi tarafından tedkîk edilip ve riyâset-i celîlenin tasdîki ile tab’ edilmişdir) yazılıdır. Din işlerinde islâm âlimlerinin ve astronomi mütehassısının tasdîk etdiği nemâz vakitlerini değişdirmemelidir. Elmalılı Hamdi Yazır, (Sebîl-ürreşâd) mecmû’asının yirmiikinci cildinde, bu husûsda tafsîlât vermişdir.

 2. Süâl: İbâdetlerin kabul olması için, doğru vakitlerinde yapılmasının şart olduğunu biliyoruz.  Farklı Takvîmler ve Ramezân imsâkiyeleri karşısında nasıl hareket etmeliyiz?

CEVÂB:

Elbette doğru olan vakitlere uyularak oruclarımızı tutmamız ve nemâzlarımızı kılmamız lâzımdır. Çünkü, doğru olduğunda hiç tereddüde yer olmayan vakitlerden evvel kılınan nemâz sahîh olmaz, hem de büyük günah olur. Nitekim, İbni Nüceym Zeyn-ül-Âbidîn, (Kebâir ve segâir) kitâbında buyuruyor ki, (Farz nemâzları [yanlış vakitleri veren takvîmlere uyarak] vakti girmeden önce kılmak ve vakti çıkdıkdan sonra kılmak büyük günâhdır.)

İsimleri ve eserleri cildlerle kitâbları dolduran İslâm astronomi âlimleri,  İslâm âlimlerinin nass (Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler) ile bildirdikleri, gök küresindeki nemâz vakitleri ile ilgili alâmetlere uygun sayısız rasadlar, ince ve hassas hesâblarla elde ettikleri bilgilerin tamamını, kıymetli eserleriyle bizlere miras olarak bırakmışlar ve emânet etmişlerdir. Bu kıymetli kitâblarında, nemâz ve oruc vakitlerinin tayinine âid hesâb usûlünü ve kâidelerini bildirmişlerdir. Bu usûl ve kâideler, asırlardan beri kullanılagelmiştir. Tereddüde, şübheye düşülecek hiçbir husus bırakmamışlardır. Doğru vakitleri bildiren takvîmlerde ve internet sitelerinde de, bu bildirilen usûl ve kâidelere göre, nemâz ve oruc vakitleri hesâb edilip yayınlanmaktadır.

Oruc ve nemâz vakitlerinin farklı olması durumunda, doğru vakitlere göre ibâdetlerimizi yapmamız îcâb ettiği, İslâm âlimlerininin buyurdukları  şübhesiz bir kâide ve hükümdür. Doğru tekdir. Ölçüsü de, İslâm âlimlerinin buyurdukları usûl ve kâidelerdir. Bu usûl ve kâidelere uygun hesâbların yapılması hâlinde, aynı netîcelerin çıkacağı da, ilmî bir hakîkattir. Bunlara harfiyyen uyularak ve yoruma sapmadan yapılan uygulamaların doğru olacağı, bazı doğru bilgileri bildirerek, bu bildirilenlere ters, şahsî görüş, yorum, düşünce ve kanâatlerle yapılacak uygulamaların ise yanlış olacağı âşikârdır.

Nemâzın sahîh olması için, hem vaktinde kılmak ve hem de vaktinde kıldığını bilmek, şübhe etmemek lâzımdır ve farzdır. İbni Âbidîn'in (Redd-ül-muhtâr)ının, Matbaa-yı âmire hicrî 1307 baskısının, 342. sayfasında ve bunun Ahmed Davudoğlu tercümesinin 2. cildinin 40. sayfasında ve (Feth-ul-kadîr)de bir fıkh kâidesi yazılıdır: (Nemâzın sahîh olması için, vakti girdikten sonra kılınması ve vaktinde kılındığını bilmek şarttır. Vaktin girdiğinden şübhe ederek kılıp, sonra vaktinde kılmış olduğunu anlarsa, bu nemâzı sahîh olmaz). İbni Âbidîn bunu zikr ederken, (Nûr-ul-îzâh ve diğer kitâblarda da böyle denilmiştir. El-Eşbâh'ın niyet bahsinde de böyle denilmektedir.) diye yazmıştır. Ayrıca Şâfiî (El-Envâr) ve Mâlikî (El-Mukaddemetül-izziyye) şerhinde ve (Mîzân-ül-kübrâ)da da böyle yazılıdır.

    İnternetteki sitelerimizde ve muhtelif lisânlarda yayınladığımız Türkiye Takvimimizde neşr ettiğimiz bütün nemâz vakitleri, dört hak mezhebin nemâz vakitleridir.

    a. Hanefî mezhebi ile diğer üç Hak mezheb arasında, sadece ikindi ve yatsı vakitlerinde farklılık vardır. Bu farklılık da, sadece İmâm-ı A'zam (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin ictihâdı sebebiyledir. İmâm-ı A'zam (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, ikindi ve yatsı vakitleri için, ikinci vakit olan, Asr-ı sânî ve İşâ-i sânî’de kılınmalarına ictihâd buyurmuşlardır. Zuhr (Öğle) vakti, asr-ı evvele kadar, ya’nî her şeyin gölgesi, hakîkî zevâl vaktindeki uzunluğundan, kendi boyu mikdârı veyâ asr-ı sânîye kadar, ya’nî boyunun iki misli uzayıncaya kadar devâm eder. Birincisi, iki imâma ve diğer üç mezhebe göre, ikincisi, İmâm-ı A’zama göredir. Neşr ettiğimiz vakitlerin temâmı birincisine göre, yani iki imâma ve diğer üç mezhebe göre hesâb edilip neşr olunduğundan, 4 hak mezhebin vakitleridir.

    b. (Yatsı nemâzının vakti), İmâmeyne göre, işâ-i evvelden, ya’nî garbdaki (batıdaki) zâhirî ufuk (görünen ufuk) hattı üzerinde, kırmızılık gayb oldukdan sonra başlar. İmâm-ı A’zam’a göre, İşâ-i sânîden, yani ufk-ı zâhirî (görünen ufuk) hattı üzerinde beyâzlık kaybolduktan sonra başlar.

    c. Yine Hanefî mezhebinin imâmları olan, İmâm-ı Ebû Yusuf ve İmâm-ı Muhammed hazretleri, ikindi ve yatsı vakitleri dâhil, diğer üç mezheble aynı vakitleri bildirdiklerinden, biz de bütün nemâz vakitleri hesâblarımızda Hanefî mezhebinin bu iki imâmının bildirdiği vakitleri hesâb ettiğimizden, dört mezhebe uygun olan vakitleri bildirmekteyiz.

    d. Yani, gerek internetteki www.namazvakti.com ile www.turktakvim.com adreslerimizdeki web sayfalarımızda ve gerekse Türkiye Takviminde bildirilen, Vakit Hesâblama Hey’eti Başkanlığımızca hesâblanarak hâzırlanan bütün nemâz vakitleri, dört Hak mezhebin nemâz vakitleridir. Bu nemâz vakitlerini Hanefî, Şâfi’î, Mâlikî ve Hanbelî mezheblerine mensûb olan bütün müslümanların hepsi kullanmalıdırlar.

    Farklı imsâk ve nemâz vakitleri yayınlayan takvîm ve site yetkililerinin kaynakları, eğer bizim bahsettiğimiz, Ehl-i sünnet âlimlerinin ve İslâm astronomi mütehassıslarının kitâbları ise, hiçbir mesele olmaz ve nemâz vakitleri de aynen birbirini tutar. Fakat, nemâz vakitleri birbirini tutmuyorsa ve aralarında farklılıklar varsa, bunlardan sadece birinin doğru olduğu anlaşılır. Biz, bizim vakitlerin doğru olduğunu, açık ve seçik, İslâm âlimleri ile islâm astronomi mütehassıslarının isimlerini ve eserlerinin isimlerini ve bir kısmında ise, cild ve sayfa numaralarını da belirte-belirte bildiriyoruz. Bu vakitlerin kendi şahsî düşünce, kanaat, fikir ve yorumlarımıza göre, kendiliğimizden yaptığımız hesâblar olmadığını, asr-ı se’âdetten günümüze kadar, 1400 yıldan fazla bir zemândır, EHL-İ SÜNNET ÂLİMLERİNİN buyurduklarını ve İslâm astronomi âlimlerinin eserlerinde bildirdikleri USÛL VE KAİDELERİNİ, hiç değiştirmeden AYNEN tatbik etmekteyiz. Bu âlimlerin buyurduklarına uyulması hâlinde, farklılıklar ortadan kaldırılmış ve “HAKDA BİRLİK” sağlanmış olacaktır.

     3. Süâl: Halkın karşılaştıkları güçlükler ve ihtiyaclar dikkate alınarak vakitler değiştirilebilir mi?

    CEVÂB:

    Bazı takvîmlerde, bölgelerde yaşanan güçlüğü ortadan kaldır­mak ve insanların ibadet hayatını kolaylaştırmak amacıyla, … takdir uygulamasına …(Vakit teşekkül ettiği halde) karar vermiştir.” denilerek, İslâm âlimlerinin ve İslâm astronomi mütehassıslarının, hiçbir eserinde bildirilmeyen, kendilerinin ortaya çıkardıkları uygulamalarla, kolaylaştırma ismi altında, teşekkül eden gerçek yatsı ve imsâk vakitleri kaldırılmak suretiyle, Müslimanların nemâz ve oruc ibâdetleri ifsâd edilmektedir.

    İbâdetler âdetlere uydurulamaz. Âdetlere göre değiştirilemez. Âdetleri, islâmiyyete uydurmak lâzımdır. Bu da çok kolaydır.

    Nasıl ki haramlar iyi niyetle işlenince helâl olur denilemez ise, “…buralarda ya­şayan işçi, öğrenci, memur, esnaf vb. çeşitli kesimlerin karşılaştıkları güçlükleri ve ihtiyaçları dikkate ala­rak…”  denilerek, bu gibi kimselere kolaylık olması niyetiyle, teşekkül eden gerçek yatsı nemâzı ile oruca başlama vakitleri ortadan kaldırılamaz.

    İbadetlerin sahîh olup olmaması, şartlarının bulunup bulunmamasına bağlıdır. Doğru vakitlere uymak ise, hem oruc ve hem de nemâz ibâdetlerinin şartıdır ve farzdır. Nassla da (Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerle de) sabittir. Nemâzları vakitlerinden önce ve sonra kılmak harâmdır. Vaktinden evvel veya sonra yapılan böyle  ibâdetler fâsid olur.

    Avrupa, ABD, vb. ülkelerde yayınlanan bazı takvîmlerin başında yer alan “AÇIKLAMA” bölümünde, “Yüce Allah, "Şüphesiz nemâz vakitli olarak farz kılındı" buyurmaktadır (Nisa 4/103).” denilmekte, “Bu nedenle, nemâzların vakitlerinden önce kılınması caiz olmadığı gibi, vaktinden sonraya bırakılması da caiz değildir.” şeklindeki ifâdelerle, Nassa (Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflere) dayanarak, vaktinden önce ve sonra nemâzların kılınmasının caiz olmadığını bildirmelerine rağmen, yaptıkları uygulamalar, Nass (Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler)  ile bildirilen bu hükümlerin tamamına terstir.  Nemâz ve oruc ibâdetinin sıhhatinin şartlarından en mühimi ve farz olan “vakit şartı”, yapılan değişikliklerle ortadan kaldırıldığı için sahîh olmaz.

    (Dürer-ül-hükkâm) şerhinde diyor ki, (Zemânın değişmesi ile, örf ve âdete dayanan ahkâm değişebilir. Nassa, delîle dayanan ahkâm, zemânla değişmez.) Keza, (Mecelle) nin otuzdokuzuncu maddesinde ve şerhinde diyor ki, (Ahkâm zemânla değişir. Örf ve âdete tâbi’ olan ahkâm değişir. Nass ile anlaşılan ahkâm zemânla değişmez.) Nemâz vakitleri Nass (Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler)  ile sabittir. Onun için hiç değiştirilemez.

    Dinde meşakkat yokdur, kolaylık vardır gibi sözleri söyleyen kimseler, birçok farzları terk etmekdedir. Bu sözün doğrusu, ‘Allahü teâlânın bütün emrlerini yapmak kolaydır, zor birşey emr etmemişdir.’ demekdir. Yoksa, îmânı za’îf olanların dediği gibi, nefse güç gelen şeyleri, Allahü teâlâ afv eder. Herkes kolayına geleni yapmalıdır. O rahîmdir, hepsini kabûl eder, demek değildir.

    Vaktin teşekkül etmesi hâlinde, yatsı vaktinin geç, imsâkin erken olması sebebiyle sıkıntıların bulunması husûslarında, İslâm âlimlerinin buyurdukları hükümler, ibâdetlerin râhat ve kolay ve keyfine göre değiştirilmesini değil, dindeki bildirilen kolaylığı kullanmaları içindir. Dinde harac, zorluk yoktur, demenin manası da budur. Yani, Allahü teâlâ kolaylık emr etmiştir, demektir. Yoksa herkes, hoşuna giden şeyleri yapsın, nefsine zor gelen şeyleri yapmasın demek değildir. 

    İnsanların işleri sebebiyle, ibâdetlerini yaparlarken karşılaşdıkları zorluklar ve sıkıntılar, ibâdetlerin şânını ve şerefini çok artdırmaktadır. Bu gibi işlerde, çalışma, dinlenme, uyku ve ev ihtiyaçlarını karşılama gibi hayat tarzları, saatlerle tanzim edilir. Bu tanzimde, namaz vakitleri esâs alınmalıdır. Bunu yapmak hem kolay ve hem de aşağıda bildirileceği üzere çok kıymetlidir. Müslimânlar, ibâdetlerini İslâm âlimlerinin buyurduklarına göre yapmakla mükelleftir.

    Ahkâm-ı islâmiyyeye tâbi’ olanlar, latîf cevâhir ve kıymetli elmaslar ile meşgûl olan mücevherciler gibidir. Bunların işi az, kazancları pek çokdur. Ba’zan bir sâatlik çalışmaları, yüzbinlerce senenin kazancını hâsıl eder. Bunun sebebi şudur ki, ahkâm-ı islâmiyyeye uygun olan amel, Hak teâlânın makbûlüdür, mardîsidir, çok beğenir.

    TÜRKİYE TAKVİMİ

    VAKİT HESÂBLAMA HEY'ETİ BAŞKANLIĞI

    E-posta adresimiz: bilgi@turktakvim.com