Untitled Document

MAKALE ................. ŞEB-İ ARÛS, “DÜĞÜN GECESİ”

Ehl-i sünnet âlimleri, İslâm bilgilerinin kaynağının, insan aklı, insanın düşüncesi olmadığını, âyet-i kerime ve hadîs-i şerîfler olduğunu bildirmişlerdir. Tasavvufun esası, insanın kendini ve aczini tanımasıdır. Tasavvuf; sırf Allah sevgisi ve aşkı esası üzerine kurulmuştur. Buna da ancak, Muhammed aleyhisselâma uymakla kavuşulabilir. Kur’ân-ı kerîmde bildirildiği gibi, Allahü teâlâ, insanın kalbine tecelli eder. Fakat bu tecelli yalnız Allahü teâlânın sıfatlarının tecellisidir ve akıl ile alâkası yoktur. Tasavvuf ehli, Allahın tecellisini kalbinde duyar. Onun için tasavvuf ehline ölüm, bir felâket değil, Allaha dönmek olduğundan ancak bir sevinç vesilesidir. Bunun için Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, ölüme, “Şeb-i arûs” yani “Düğün gecesi” adını vermiştir. Tasavvufta, keder ve ümitsizlik değil, sevgi ve tecelliler vardır. Mevlânâ hazretleri; “Bâzâ, Bâzâ, her ançe hestî bâzâ” yani “Gel, gel, her kim olursan ol gel, Allaha ikilik koşanlardan, mecusilerden, puta tapanlardan da olsan gel! Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Tövbeni 100 defa bozmuş olsan bile, gel!” diyor. Bu sözler, 13. asırda yaşamış, Baba Efdal Kâşîye de nisbet edilmektedir.
Kalbi hastalıktan kurtarmak için, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi îmân etmek, ibâdetleri yapmak ve haramlardan sakınmak lâzımdır. İslâmiyetten ve tasavvuftan haberi olmayan kimseler, dîni, dünya kazançlarına âlet ediyorlar. Bunlar, tasavvufa, hatta ibâdetlere, mistik bir hareket olarak, müzik sokmuş, müzik aletlerinin nağmelerine göre vücut hareketleri yaparak, Mevlevî ayinleri gibi ayinler oluşturmuşlardır. Başlarında mezar taşına benzeyen beyaz uzun külahları ile dönen mevleviler, sağ ellerini göğe kaldırırlar ve sol ellerini gökten aldıklarını dünya yüzüne göndermeyi belirtmek için, aşağı indirirler. Zamanımızda, yapılan bu ayinleri görmek için dünyanın çeşitli yerlerinden birçok insan gelmekte ve bunları İslâmiyetin bir emri zannetmektedirler. Bu işleri yapanlar, maalesef İslâm dini ile hiçbir alakası olmayan, âyet-i kerime ve hadîs-i şerîflerde bulunmayan böyle ayinleri, tarikat olarak, İslâmiyet olarak tanıtıyorlar. Peygamber efendimiz ve Eshâb-ı kiramdan hiçbiri, böyle ayinler yapmadı. Onların zamanlarında tasavvuf vardı, fakat böyle tarikatçılık yoktu.
Osman Ünlü          TÜRKİYE GAZETESİ          18.12.2015

 



Erkek: Faruk - Kız: Ümmühan - YemekEzogelin çorbası, Karnabahar, Pilav, Revani.



Featured Image 01